SİYAH İSTANBUL DA SEN
SİYAH İSTANBUL
Radyoda çalan parça, sana duyulan hasret ve pencereye vuran
yağmur damlaları… Yine yalnızlığımı hatırlatan bir ton hatıra. Günler o kadar yavaş ve acımasız ki.Bazen neden diyorum, neden gitmene izin vermiştim.Siyah İstanbul’daki yalnızlığımı bir sen bir de daha önce hiç dikkatimi çekmeyen penceremden her gün bakıp ta umursamadığım kaldırım taşları anlıyormuş.
Yalnızlık; insanın içindeki en derin yara. Belki de hiç istenmeyen kanser gibi, bilgisayara bulaşmış virüs gibi istenmeyen hastalık istenmeyen yaşanmış… Ne biliyim istenmeyen, istenmeyen işte.
Nisan yağmurları, ne kadar da soğuk yağıyor ne kadar da
bedbaht. Allah’ım bu kadar yalnızlık neden bu kadar acımasız. Biliyorum bu kadar zalim olmasa idi adına yalnızlık denmezdi.Şimdi elim kolum bağlı artık hiç resim yapamayacak ressam gibi, hiç koşamayacak çocuk gibi, hiç sevemeyecek kalp gibi acı çekiyorum. Bilmiyorum duyuyor musun? Sana olan isyanlarımı, vazgeçişlerimi ya da beddualarımı.Korkma beddualarım sana değil hep kendime, her sabah yalnızlığımı hatırlatan aynalaradır. Sana kızmıyorum beni unutman belki kolay olacak onu da biliyorum. Ama ya ben,ben seni nasıl unutacağım. İçim de açtığın bu yarayı nasıl kapatacağım. Lanet ediyorum; sana kal demeyen dilime, yenik düştüğüm gururuma sensiz dönen bu dünyaya lanet okuyorum.Çok değil tek kelime “kal”. Bu kadar mı? Zordu?
Radyoda hep aynı parça ızdırap. Sanki bana inat hep bizim parçamız.Zeki Müren’ in şarkısındaki gibi “Çoktan unuturdum ben
seni çoktan ahhh bu şarkılarımın gözü kör olsun…”Etrafım deki her şey seni bana hatırlatıyor. Seni unutmak inan hiç kolay değil. Hele ki o gözlerin aklıma gelince dünyayı baştan yazasım geliyor, sana duydum hasret aklıma gelince ölesim geliyor. Belki o kadar güzel değildin, belki de yüzüne benden başka kimse bakmaz ama benim gözümde senden daha güzel yoktu halada yok. Bana göre kimse senin kadar hülyalı bakmazdı. Gözlerin de o her zaman gitmek istediğim ama hep uzak kaldığım kuytu bir ormanı görüyordum.
Siyah İstanbul’ da gecelerin bekçisiydim. Her şeyi,herkesi, ölüm korkusunu bile yendim ama bir tek senin şu zalim inadını yenemedim. Kat kat kilitler taktığın şu kalbini bir türlü açamadım.Sen benim her şeyimsin, canımsın hatta canımdan da yakınsın. Senin yanında olmak için nelerimi vermezim ki. İnan bana sensizken aciz şu canımdan bile geçerdim SEVDİĞİM.Deseler ki sevdiğin gözyaşlarında, sen ağlayınca yanında olacak o zaman hep ağlardım gözümdeki son bir damla yaşa kadar senin için harcardım. Sen bende vazgeçilmezsin, damarlarımda ki kanımsın. Senden vazgeçmemi bekleme. Biraz vicdan, biraz vicdan istiyorum çok şey mi? Kapındaki köpeğe gösterdiğin sevginin bin de birini versen razı olurdum. İnan kapındaki köpeğin olmaya razıydım.
Biliyorum bir gün mutlaka kavuşacağız. Bizi ayıran sebepler bizi bir gün buluşturacak. Randevumuzun saati ve yeri belli belki mahşer belki de Beykoz’daki çay evi. Kim bilir nerede, ne zaman buluşacağız. Ama emin ol buluşacağız. Nerde olursa olsun ben bekleyeceğim sende geleceksin. Ölsem bile unutma beni kesin gel ölmüş olsam dahi mezarımda bekleyeceğim.
Başında okunacak bir Fatiha’ya muhtaç bir ölüye bunu çok görme. Ben senin bir ormanı barındıran gözlerine yine bakacağım soğuk mezar taşıma dokun kalbimin atışını hissedeceksin.
Belki yokluğumda biraz ağlayacak biraz da güleceksin. Öldüğümü duyunca üzülürsün eski bir dosta üzüldüğün gibi. Ama lütfen randevuya gel, mezar taşıma dokun sana olan hasretimi hissedeceksin.
İçinden gelirse eğer bir fatiha okur gidersin.
SİYAH İSTNBUL şahidim olsun BEKLEYECEĞİM…….
Tarix: 19.11.2013 / 04:08 Müəllif: Akhundoff Baxılıb: 556 Bölmə: Sevgi varmı?